4 Mayıs 2010 Salı

LOST


Evet çoğumuzun merakını en çok çeken dizi lost.oceanic 815 in talihsiz yolcuları avusturalyadan uçağa binerken hepimizin seyahatlerde yaptığı gibi bazı duygularınıda bavula koymuş los angelesa gidip valizlerini açıp duygularıyla hesaplaşmayı beklerken,beklenmedik bir kaza ile asıl korktuklerı şey olan kendileriyle başbaşa kalma işkencesine maruz kalmışlardır üstelik ıssız olduğunu sandıkları bir coğrafyada.
bazıları geçmişlerinden kaçarken bazıları bu yabancı ortamda zihinlerini sağlam tutabilecek geçmişe sıkı sıkıya sarılmışlardır.
Zaten ilk kutuplaşma böylece başlar bir yanda doğa üstü güçlere ve bir asıl amaç fikrine kapılmış karanlık kişi john locke diğer tarafta ise onu bu adada değerli kılan tek şeyin mesleği olduğunu farkeden ve bu yüzden yaşadığı zaman boyunca oluşturduğu mantığına sığınan jack shephard. bu ikisinin ki en başlarda tatlı bir rekabet edasıyla ilerlemekteyken sebebi açıklanamayan sesler siyah dumanlar ve adada onlardan başkalarının var olmasının yarattığı korkuyla bu güçler savaşına sawyer da katılmıştır.diğer yandan kate yaşadıklarıyla bir türlü hesaplaşamadığından bu rekabetin iki önemli tarafı olan sawyer ve jack arasında gelgitler yaşamaya başlamıştır.
Sezonlar ilerledikçe konu kimilerince sapıtmış kimilerincede taşlar yerine oturaya başlamıştır, bende taşların yerine oturmaya başladığı kanaatindeyim çünkü başlarda bunlar niye böyle tavırlı tavırlı yaşıyorlar salsalar ya eğlenseler ya niye yaktılarki şimdi o uyuşturucu dolu uçağı derken sonra sonra john locke ın dediği noktaya geldim. Evet hepsinin yaptıkları bir kader eksenli gidişatın sonuçlarıydı,hiçbirinin hareketi boşuna değildi ya da gereksiz.söylenen tüm sözler yapılan tüm şeyler varması gereken noktaya vardı ta ki finale yaklaşınca ricardus un adaya geliş hikayesini ve siyah dumanla karşı karşıya gelişini görene dek.Herkesi öldüren bu dumanın ricardusa da aynı sonu hazırlamaması acaba dizide biri tarafından gerçekleştirilen en büyük hata mıydı? yoksa en önemli stratejimi işte bu noktada kafam karıştı.
Diğer kafa karıştırıcı şeyinde ricardus un hugonun yalan söyleyip söylemediğini anlamak için sor bakalım jacob a bu ada ne? sorusu olduğunu kabullenmek lazım demekki ada aslında birşey! ama ne olduğunu alamak için heralde sonu beklemek gerekiyor


bunlar tabiki güzel bir konunun ve seyirciye asla koklatılmayan ipuçlarının sayesinde oluşan ve sadece dizi takipçilerinin vakıf olabileceği uç konular ama dizide büyük bir sorun var yemek çok çabuk ulaşılabilir bir meta gibi gösterilmekte.adaya kimsecikler gelip gitmezken herşey bir sırmış gibi saklanırken adaya yemeğin gelişi 3 kere seyirciye gösterildi ama nerden çıkıyorlarsa hurley sürekli tıkınmakta.su şişeleri asla pislenmedi,kimsenin sakalları alıp başını yürümedi,kimse açılıktan veya yorgunluktan hastalanmadı,daha kötüsü kimse hastalanmadı.kurşun bitmek bilmedi,cephaneler tükenmedi,adada fırtına kopmadı,anlayacağınınz öyle bir coğrafyadan beklenecek hiçbirşey gerçekleşmedi... İşte tam bu noktada dizi alarm vermekte hanımefendilerin ağdayı nerden karşılayıp pırılpırıl bacaklara yarasız vücutlara sahip oldukları muamma.
uçak enkazının dev parçaları motorların büyük enkazları bir daha gözükmedi.eğer bu sorunlarıda içinde barındıran ve sadece konusal anlamda sancılar değil tümüyle sancılı bir süreç izlettiren bir lost karşımızda olsaydı emin olunki o kadar daha efsane olurdu. Ama prime time a yakışsın diri kızlar ,yapılı erkekler geçidi yaşansın mantığı bu dizinin zaten pamuk ipliğine bağlı olan ikna ediciliğine bıçak dayamakta .
Bu arada benjamin linus bence gelmiş geçmiş en iyi karakterdir dizi dahilindeki ve de yukarıdaki resimin bulunduğu sahne diziyi izlemeye başlamamın baş sebebidir o sahne lost un tüyleri diken diken etme ve aklı bir yerden alıp başka bir yere çarpma gücünün baş kanıdı olarak aklımda kalıcaktır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder