7 Mayıs 2010 Cuma

perry ve doofenschmirtz




inanılmaz
bir ikili














yeşil olan yaratık aslında bir ornitorenk(dünya üzerindeki tek gagalı memeli) kendisi bir ailenin evcil ve sakin görünen hayvanı ama gizli bir ajan! sağdaki şahıs ise kötücül doktor doofenshmirtz. ornitorenk perry namı diğer ajan p doktor doofenshmirtz in kötülük planlarına engel olmak için bir ailenin yanında ev hayvanıymış gibi kalmakta ve günün belli saatlerinde ortadan kaybolup evin altındaki gizli odasında talimatları almaktadır. talimatları alan perry nin bundan sonraki yaşayacakları her macerasında aynı olur. jetiyle doktorun binasına gider,gizlice içeri girer,ve sonra doktor tarafından farkedilince tuzağa düşürülür sonrasında doktor schimrtz yapacağı kötülüğü tüm ayrıntılarıyla perry e anlatır çünkü onu sadece perry sabırla dinlemektedir,ardından perry bir kaçış planı yapar ,kaçar kötücül icadın self destruct düğmesine basar alet yokolur.ve doktor schmirtz perry e lanet okur. Bu gidişat tüm bölümlerde aynı ilerler ,bu ikiliyi eğlenceli yapanda tam olarak budur,sonucu bilirsiniz ama bu sefer nasıl olacağını merak edersiniz,ve yeşil abidik bir hayvanın turuncu patileriyle bir adam dövmeside absürdlüğün diğer bir boyutudur...

Yarım Kalan Hayaller YKH

Asla kendinizden fazla geçipte asıl amacınız olan hayallerin yanıbaşında onlara ulaşamadan kalakalmayın allah baba kızar

ah izlanda o dağın adı ne öyle

Eyyafyallayöküll denen şahıs 1821 den beri sessiz sessiz durmuş sonunda 20 martta avrupa havacılığının ağzına eder bir tavırla patırpatır patlamıştı.









insanlar havaalanlarında mahzur kaldılar,tatiller uzadı ki bu bence şahane,avrupadaki tüm şirketler zarar üstüne zarar yaparken thy başka yerlerin uçuşlarınıda üstüne alıp cirosuna ciro kattı ve 2010 un 4. ve 5. ayı, dünyadaki en bahtsız ülkenin adının duyulmasını sağladı.


2009 krizinden en ağır yara alan ülke olduğu söylenen izlandanın geçmişindede büyük yaralar var.ve bu hikaye tamamiyle kurgudur.

BJÖRK


karlı bir yaz sabahı doğan björk,herzaman acayip olacağına dair verdiği sözü harika bir şekilde tutmuş ve 30 lu yaşlarına geldiğinde takdire-hayvan ingilizcesiyle gönüllerde taht kurmuş ve hatta dünya STALKER lar aleminin en ürkütücüsüne sahip olmuştur.harika şarkıları,uzaydan geldiğini kanıtlar gülüşü ve shapeshifters ları anımsatan güzellikteki yüzü onu sanat dünyasının en fütüristik mega ünlüsü yapmıştır lakin sigur ros ile aralarında olan umitsiz aşk björkün delirmesine sebep olmuş kafayı dinlemek(aslında çekmek) amacıyla malum dağın zirvesine yakın çoksanssızlanbünlarr köyüne gitmiştir.

SİGUR ROS

Dağın patlamasıyla birlikte eriyen buzulların neden olduğu selde sürüklenen björk derin sessizliği yararcasına söylediği all this ahccidents şarkısı eşliğinde tarihin ileri sayfalarına adını yazdırmış,üstüne üstlük korkunç aksanı sebebiylede amerikanın göçmen kabul etme politikalarının gözden geçirilmesine sebep olmuştur.

sanat kimin içindir?


evet bu afişmi desem albüm kapağımı desem printer çıktısımı desem kibariyeye olan bakışımı temelden değiştirdi.

kibariye ve sanat:

sanat toplum içinmidir yoksa yine sanat içinmidir tartışmaları biliyoruzki cumhuriyet sonrası türk edebiyatının baş sorunu olmuş ve roman alanımızda (bu alanımız aslında bence şaibeli bir alan)(alan veren belli değil) büyük çekişmelere sebep olarak kısır döngülü bir sürece sebep olmuştur. Bir taraf bana ne toplumdan banamı toplandılar diyerek bencilliğini ,diğer tarafta çilekeş analarımız yiğit koçlarımız diyerek yalakalığını sivriltmiş ve her zaman ülkemizin kaçınılmaz sonu gibi ikili kutuplaşmaya sebep olmuşlardır.

peki kibariyenin olaya olan bağlantısı nedir?

ilk bağlantı kibariyenin halktan bir insan olmasıdır
diğer bağlantı ise ülkemizde ayrımcılığa maruz kalan azınlık bir etnik kökenin ferdi olmasıdır
üçüncüsü nağme hastası milletimizi etkileyen bir sesi olmasıdır
dördüncüsü ise herkesin uzaylı gibi baktığı başbakana enseye şaplak bir sohbet yaşatmasıdır

bunlar ne demek oluyor,açıkçası bu hanımefendi sanatın aslında hiçkimse için daha değerli olmadığını herkes için aynı değere farklı dozlarda önem teşkil ettiğini gösterir,çünkü kendisi halktan olmanın ayıp olmadığını bilecek kadar halktan ama sanatçınında halktan daha cesur olması gerektiğini bilecek kadarda sanatçıdır.

kimi yazarlarımız,ressamlarımız,tiyatrocularımız sanki dünyadaki sekinci harikaymışçasına bir tavır sergileyip avrupadaki ve amerikadaki ve hatta uzak doğudaki meşlektaşlarını kopyalarken,bu hanım efendi bulunduğu toprağa ait öğretileri sergilemektedir ama kendi gibi bu toprağı örnek alan sanatçıların bazı güçler karşısında elpençe divan boynu eğik duruşunun aksine ,ülkemizin en güçlü ve korkulur şahsına en samimi şekilde kıyak adamsın deme cesaretini göstermiştir.

Bazıları ama bişey yapmadıki yalakalık yaptı diyebilir.Hayır bu yalakalık değildir,birinin tavrını ve edasını beğendiğinizi bildirmek aslında erdem dir,çünkü her olayı her şahsı kısacası size ait olmaya her gerçeği dışlamak ve aşağılamak kolaycılık üstüne üstlük kötülüktür, kısacası hem üretmemek hemde üretene kin kusmaktır.

Şimdi bir şeyler anlatmış olmanın bana verdiği rahatlıkla tabi ki gidip kibariye dinlemiyeceğim ama aynı zamanda dinleyeni de hor görmeyeceğim sayın birinci ikinci üçüncü allah bilir kaçıncı yeniciler.

justice e 6 kala


Saat gece 1 i gösteriyor yürekler hareketli,şehir kaynıyor,insanlar coşmuş yada coşuyor,herkes şehre verdiği rahatsızlıktan dolayı özür diliyor ve NY damarlarından akan eğlenceyi okyanusa bırakıyor...


6 dakikada neler değişir arkadaşlar herşey değişir o yüzden bu şarkıyı dinleyip biraz neşelenelim istedim çünkü sırada göreceğiniz fotoğrafı kaldırabilmek için tüm sinirlerinizden arınmış ve seratoninle dolmuş olmanız gerekiyor.

Bu konjonktür yalakası hanımın ki kendisi esra ceyhan olur.çok sevdiğimiz bir site olan incisözlük.org da ele alınmasını temenni ediyorum çünkü kendisi sadece ramazanlarda içki içmeyerek cennetten kombine alacağını sandığı kadar,iktidar yanlısı televizyonlarda türbansı bir cisimle kendini göstererek halkın kalbini kazanacağını sanıyor. esra ceyhan yukardaki ny excuse şarkısı sana gelsin ve adıda ceyhan excuse olarak değiştirilsin bimukabele.

CEYHAN vs JUSTİCE

patla ceyhan patla ,çıldır ceyhan çıldır, yardır ceyhan yardır...

5 Mayıs 2010 Çarşamba

eğer jenna jameson anne olursa ki oldu!






insanın aile bireylerine karşı cinsel hisler beslemesi toplumlarımızın tabusudur ve öyle kalacaktır. peki ya anneniz veya bir kız iseniz babanızın ünlü bir pornocu olması sizi ne boyutlarda sarsar bir düşünelim.en başta katiyen ve katiyen onların oynadığı pornoları izlememek gerekir ha bir şanssızlık ve cenabetlik silsilesine maruz kalıp tanık olursanız ilk iş dünyanın hangi köşesinde yaşarsanız yaşayın,hangi dilde konuşursanız konuşun 5. boyut izlemek olmalıdır çünkü o ulvi dizi size hayatın ,aslında beyaz giyinen sakallı bir dayının sapık fantazileri dahilinde süre geldiğini açıklayacaktır.
Ha olaki ikna olmaz ve evebeyninize karşı hisleriniz iyice içinden çıkılmaz bir hal alırsa ve bu beyaz dayıyı suçlamak size yetmezse daha etkili bir öneride bulunmak isterim çünkü çocuklar duymasın izlemek size ailelerin aslında ne kadar iğrenç ve sevimsiz olabileceğini hatırlattığı gibi kızıl saçlı her insana sebepsiz bir nefret oluşmasına neden olarakta hollandalıların ülkemizde tutunmasını iyice zorlaştırarak ahlakımızı koruyacaktır!


Peki hiçbirşey çözüm vermezse ne olacak işte o zaman kendilerine mümkünse iş arkadaşlarını eve davet etmelerini ve sizinle tanıştırmalarını rica edin örneğin vanessa lane in evinize annenizle çay içmeye geldiğini bilmek sizin çaya olan aşkınızın aniden tavan yapmasıyla ingiliz sanılmanıza ve hatta ne kadar da saraylısın diye iltifatlar almanıza ve tabiki çaya süt koyan bu milletin her türlü geleneklerine saygı duyarak vanessa hanımın çayına kendi ellerinizle 'süt' koymak isteyeceğinize eminim.





gece 04:15 ne kadar ilginç olabilir?



diziporttaki diziler bitmeye yüz tutmuş evdeki dvd arşivleri artık izlenmiş filmlerden oluşurken vizyonda herhangi dikkat çekici birşey yokken televizyonlar 2000 li yılların başarısızlığını kanıtlarken... bir kitap vardı uzun bir zamandır kitaplığımda duran ama okumaya cesaret edemediğim çünkü üşenmekteydim 'yolda'.güzel bir kitapmış meğer.Hoboların dünyasına şöyle bir daldım çıktım ,amerikadaki bireyselleşme çabalarının seller yarattığı dönemleri kafamda resimledim,uyuşturucu ve alkol olmadan hiç yaratıcılığı olmayan sanatçıların dünyasına girdim, eğlenceli sayılırdı sadece bildiğim birşey var o da o dönemlerde (ki takriben 70 80 arası)yaşamak ve o dönemlerde amerikada 20li yaşlarında bir genç olmak isteyeceğim.






müzikler daha gerçekçi en azından dinlediğinde bir daha dinleme isteği uyandırıyorlar,sohbetler daha gürültülü,içkiler daha sert,aileler daha korkusuz,çocuklar daha özgür,paylaşmak daha kutsal... bu liste uzar gider birde benim çocukluğumu 90 ların izelçelikercan ıyla yaşadığım göz önüne alınırsa bu hikayeler bana daha uzak.






Daha uzağa gidip woodstock dönemlerinide yakalamak isterdim insanlar çamur içinde ekonomik sınıflarına sosyal statülerine bakılmadan tek bir yaratıkmış gibi domuzlarcasına zıplarken küçük gereksiz konular eşliğinde liderliklerini ve krallıklarını kuran insanlar görmek isterdim o amerikan filmlerinde herkesin saygı duyduğu ve ne yaparsa yapsın yadırgamadıkları jo lar mike lar görmek isterdim,onların güzel julietleri ile birlikte olup ordan toz olmak isterdim.işte o istediğim günlerden birindeyiz diyelim şu an acaba saat sabahın 04:15inde ne yapıyor olurdunuz düşünsenize bir.san fransisco sokaklarında nerenin gökyüzü olduğunu unutmuşken gülerek so why there cant be love söylüyor olabilirdiniz. yada karanlık bir odanın kırmızı ışığında hayalinizle yatakta olmak,azcık pink floyd attıralım diyen bir arkadaşınızın arabasında bira içiyor olabilirdiniz...




Ama nerde yaratıcılık,nerede ilerleyiş,nerede sorunlardan kaçmak yerine onları çözmek; işte onların hepsi karnınızdaki keşke lerde gizli kalıcaktı.Yüzleşememekten dolayı hep inkar etmekten dolayı sorunlarınız korkularınız sizin birer organınızmış gibi davranıcaktı.Heralde o dönemdekiler bunu çok iyi kavradılar nerdenmi anladım bakın günümüze herkes kıçını o yıllardan kurtarmış olmanın sevinciyle çalışıyor kimse o zamana geri dönmek istemiyor,tabi bikaç keş ve bi kaç rock yıldızı dışında (bunlar aslında aynı şeyler sayılabilir) ve o yılların yarattığı boşluk hala bizler tarafından doldurulamıyor,dünya üzerinde o 20 yılın yaşandığına dair tek kanıt temalı partilerden ileri gidemiyor.buna bir dur demek lazım artık.



ilerde 2000li yılları takım elbiseli beyler ve hanımların taksi bulabilmek için birbirlerini oyuna getirdikleri taksiye bindiklerinde de justin timberlaketen my love dinledikleri,çocuklarına silah oyuncak almanın yanlış olduğunu söyleyip en çok paralarını silaha harcadıkları,metropollerde sigara ve hatta tuzu bile yasakladıkları bir dönemmişçesine hatırlamak istemiyorum.ama aylak zengin züppe çocukları olarak anılmak niyetindede değilim 2012 de ne olacaksa olsun bakalım bir görelim sonrasında anlıyacağız heralde anyayı konyayı.

4 Mayıs 2010 Salı

türk dizilerini kimlere tavsiye ediyorum?


1 kadın 1 erkek:metropol tilkilerine

7 numara:90lar hayranlarına

adanalı:freakseverlere

akasya durağı:akılsızlara

aliye:hahahaha

arka sıradakiler:absürdlüklere gülmeyi sevenlere

arka sokaklar:tüm insani duygularının sömürülmesinebayılan,ajitasyonseverlere

asi:köyde güçlü ve özgür kadınlar olduğuna hala inananlara

askı memnu:ailesinden biriyle yatmak isteyenlere

asmalı konak:telefonlarını duvarda kırma fetişistlerine

aşk ve ceza:nurgül yeşilçay sıçsa izlerim diyenlere

avrupa yakası:gerçekten eğlenmek isteyenlere

baba ocağı:babası olmayanlara

benim annem bir melek:salak kadın oyunucusu garanti olan dizileri sevenlere

beşinci boyut:tekno dinleyen müminlere

bez bebek:bale bitti diyenlere

bıçak sırtı:görüntü kaliteli olsun konu ne olursa olsun diyenlere

binbir gece:canlı yayın dizi severlere

bir istanbul masalı:fakir olup zenginseverlere

cennet mahallesi:zurnanın zırt dediği yerdekilere

dudaktan kalbe:dizi sapıklarına

doktorlar:doktor olmamak için sebep arayanlara

çemberimde gül oya:yakın tarihimizi merak edenlere

deli yürek:bir gayin nasıl kabadayı oynadığını çözemeyenlere

es-es:baba çok cooluz diyenlere

ezel:şaşırmak ve sürüklenmek isteyenlere stil sahiplerine

geniş aile:Ulvi diyenlere başka bişey demiyenlere

genco:rezil rüsvalara

gümüş:araplara

haneler:somurtkanlara

hanımın çiftliği:atlatılmayı ve kazıklanmayı sevenlere(dizi bi hafta vaar bi hafta yok muamma)

hepsi bir:eziklere ve ezikolmak isteyenlere

ikinci bahar:rakı sohbeti sevenlere

karayılan:saçmalık üzerine tez hazırlayanlara

köprü:erzincanlılara

kurtlarvadisi serisi(pusu ve terör):kurşunseverlere

küçük kadınlar:tecavüz hayranlarına

melekler korusun:frenchkiss hayranlarına

selena:üç özürlü kardeşten oluşan her aileye + sinem kobal severlere

teyzanne:küçük laf oyunlarını komik bulanlara

türk malı:kahkaha atmak isteyenlere

yaprak dökümü:kısa yoldan kanser olmak isteyenlere

LOST


Evet çoğumuzun merakını en çok çeken dizi lost.oceanic 815 in talihsiz yolcuları avusturalyadan uçağa binerken hepimizin seyahatlerde yaptığı gibi bazı duygularınıda bavula koymuş los angelesa gidip valizlerini açıp duygularıyla hesaplaşmayı beklerken,beklenmedik bir kaza ile asıl korktuklerı şey olan kendileriyle başbaşa kalma işkencesine maruz kalmışlardır üstelik ıssız olduğunu sandıkları bir coğrafyada.
bazıları geçmişlerinden kaçarken bazıları bu yabancı ortamda zihinlerini sağlam tutabilecek geçmişe sıkı sıkıya sarılmışlardır.
Zaten ilk kutuplaşma böylece başlar bir yanda doğa üstü güçlere ve bir asıl amaç fikrine kapılmış karanlık kişi john locke diğer tarafta ise onu bu adada değerli kılan tek şeyin mesleği olduğunu farkeden ve bu yüzden yaşadığı zaman boyunca oluşturduğu mantığına sığınan jack shephard. bu ikisinin ki en başlarda tatlı bir rekabet edasıyla ilerlemekteyken sebebi açıklanamayan sesler siyah dumanlar ve adada onlardan başkalarının var olmasının yarattığı korkuyla bu güçler savaşına sawyer da katılmıştır.diğer yandan kate yaşadıklarıyla bir türlü hesaplaşamadığından bu rekabetin iki önemli tarafı olan sawyer ve jack arasında gelgitler yaşamaya başlamıştır.
Sezonlar ilerledikçe konu kimilerince sapıtmış kimilerincede taşlar yerine oturaya başlamıştır, bende taşların yerine oturmaya başladığı kanaatindeyim çünkü başlarda bunlar niye böyle tavırlı tavırlı yaşıyorlar salsalar ya eğlenseler ya niye yaktılarki şimdi o uyuşturucu dolu uçağı derken sonra sonra john locke ın dediği noktaya geldim. Evet hepsinin yaptıkları bir kader eksenli gidişatın sonuçlarıydı,hiçbirinin hareketi boşuna değildi ya da gereksiz.söylenen tüm sözler yapılan tüm şeyler varması gereken noktaya vardı ta ki finale yaklaşınca ricardus un adaya geliş hikayesini ve siyah dumanla karşı karşıya gelişini görene dek.Herkesi öldüren bu dumanın ricardusa da aynı sonu hazırlamaması acaba dizide biri tarafından gerçekleştirilen en büyük hata mıydı? yoksa en önemli stratejimi işte bu noktada kafam karıştı.
Diğer kafa karıştırıcı şeyinde ricardus un hugonun yalan söyleyip söylemediğini anlamak için sor bakalım jacob a bu ada ne? sorusu olduğunu kabullenmek lazım demekki ada aslında birşey! ama ne olduğunu alamak için heralde sonu beklemek gerekiyor


bunlar tabiki güzel bir konunun ve seyirciye asla koklatılmayan ipuçlarının sayesinde oluşan ve sadece dizi takipçilerinin vakıf olabileceği uç konular ama dizide büyük bir sorun var yemek çok çabuk ulaşılabilir bir meta gibi gösterilmekte.adaya kimsecikler gelip gitmezken herşey bir sırmış gibi saklanırken adaya yemeğin gelişi 3 kere seyirciye gösterildi ama nerden çıkıyorlarsa hurley sürekli tıkınmakta.su şişeleri asla pislenmedi,kimsenin sakalları alıp başını yürümedi,kimse açılıktan veya yorgunluktan hastalanmadı,daha kötüsü kimse hastalanmadı.kurşun bitmek bilmedi,cephaneler tükenmedi,adada fırtına kopmadı,anlayacağınınz öyle bir coğrafyadan beklenecek hiçbirşey gerçekleşmedi... İşte tam bu noktada dizi alarm vermekte hanımefendilerin ağdayı nerden karşılayıp pırılpırıl bacaklara yarasız vücutlara sahip oldukları muamma.
uçak enkazının dev parçaları motorların büyük enkazları bir daha gözükmedi.eğer bu sorunlarıda içinde barındıran ve sadece konusal anlamda sancılar değil tümüyle sancılı bir süreç izlettiren bir lost karşımızda olsaydı emin olunki o kadar daha efsane olurdu. Ama prime time a yakışsın diri kızlar ,yapılı erkekler geçidi yaşansın mantığı bu dizinin zaten pamuk ipliğine bağlı olan ikna ediciliğine bıçak dayamakta .
Bu arada benjamin linus bence gelmiş geçmiş en iyi karakterdir dizi dahilindeki ve de yukarıdaki resimin bulunduğu sahne diziyi izlemeye başlamamın baş sebebidir o sahne lost un tüyleri diken diken etme ve aklı bir yerden alıp başka bir yere çarpma gücünün baş kanıdı olarak aklımda kalıcaktır

HOUSE M.D.


Güzel bir kast,güzel bir senaryo,iğneli bir dil,sarsıcı hikayeler,iç hesaplaşmalar,tabuları yıkan tavır,patavatsız bir doktor,cesur bir dekan,sadık bir arkadaş,zeki ve cüretkar bir ekip...

Bunların hepsi house dizisinin vazgeçilmez öğeleri. Yer yer doğa üstü güçlere kayarmış gibi bir korku versede seyircilerine hepsine makul ve abartısız bir açıklama getirerek mantıklarımızın duvarlarına saygısızlık etmiyor bu dizi. David shore un üstün gayreti ile oluşan bu güç sadece hugh laurie(gregory house) ,lisa edelstein(lisa cuddy),robert sean leonard (james wilson) üçlüsünün oyunculuğuna güvenip malum bizim dizilerimizde var olduğu gibi sadece ana üçgenin oyunculuğuna değer verip geri kalanları ucuz olsun diye dandik oyunculardan seçmiyor; özellikle doktor cameron rolüyle jennifer morrison ve doktor chase rolüyle jesse spencer şahane bir yan hikaye ve ana hikayeye yerinde bir katılım örneği izlettiriyorlar bize. şimdi bu bizim diziler sözüne takılıp rahatsız olacak okuyucalara söylemek isterimki aksine bu hataya amerikanın dahi ünlü kreatörleri düşmekte örneğin lost dizisinde adaya düşenlerden sadece önemli olanlarla ilgilenen ve diğerleri sanki bir çöpmüşçesine kadraja bile sokmaya üşenen kolaycı tavır da buna dahildir. Lakin house m.d. bize en gereksiz kişiyle bile ilgili küçük fikirler ve şaşırtıcı hayat parçacıkları seyrettirmekte buda bu diziye gerçekten şu anda gerçekleşiyormuşçasına bir hava vermektedir.
Bunun dışında, eğer tıp okumuyorsanız veya doktor değilseniz dahi bu konulara bir merakınız varsa bu diziyi kaçırmamalısınız çünkü gerçekçilikten taviz vermeyen bu dizi işinde çok başarılı bir tanı doktorunun zihninin kapılarını size açmakta ve tıp dünyasına etikler, hipokrat yeminleri zırvaları dışından bir bakış atma olanağı vermektedir. Diğer taraftan özellikle doktor cameron aracılığıyla da tıp dünyasının etiğe olan ihtiyacınıda yok saymamakta ve aklınızın bir köşesine yerleştirmektedir. eğer biraz bu konulara merakınız yada kendinizle çözemediğiniz bir sorununuz varsa bu diziyi izlemenizi tavsiye ederim çünkü bazı sorularınıza cevaplarınız orda bir yerde duruyor
olacaktır

2012 Senaryoları Acaba Yanlışmı Anlaşıldı?


Nedendir bilinmez dünyanın dört bir yanında 2012 yi merakla bekleyen heyecan açları konunun içeriğini bilmeden afilli yanarlı dönerli bir kıyamet sahnesi yaşayacaklarına dair bir ümitle gözlerini malum tarihe diktiler. Bununla birlikte konuyu daha derin incelediğinizde astrolojik temellere dayanan bir burç değişiminin olacağından bahsedilmektedir ve bu değişimin her burç değişikliği döneminde olduğu gibi algı ve yaşantı değişimine temel hazırlayacağı önesürülmektedir. Yani bir taraf ölücez derken diğer taraf, aksine daha da sürünücez kısacası evrilicez demektedir, bu iki ucu 'çok'lu denklem karmaşasından kurtulup 2012 yi daha ilginç bir bakış açısı ile değerlendirmek niyetindeyim. Yıllardır izlediğim fütüristik, non-realistik ve gerilimli dizi,film senaryolarına özenerek 2012 yılında beni en çok mutlu edecek şey; uzaylıların varlığının ortaya çıkması olurdu veya aysel gürelin ölmediği aslında kafasını toplamak için yalan söyleyerek bodrumun münis bir köyünde inzivaya çekildiğinin ortaya çıkması. İşte beni şaşırtacak ve gülümsetecek gerçekler bunlardır yoksa hengame içinde sular seller altında göktaşı şovları eşliğinde acılı ve sancılı bir ölüm geçirmek o filmlerde izlendiği gibi epik müzikler eşliğinde olmayacaktır aksine derin bir korku içinde gerçekleşeceklerdir ve duyduğunuz tek şey içinizdeki sesin bildiği tüm cümleleri kombine ederek küfürler türetmesi olacaktır . İşbu yüzden dünyadaki bilimsel ve gelişim alanındaki bu kısır döngülü,az çok belli hatlara sahip olan geleceğinden kurtulmanın tek yolu ölmekmiş gibi algılanır bazılarınca ama asıl kurtuluş temelden doğruluğuna inandığınız şeyin bir anda gözünüzün önünde çökmesidir tıpkı 2001 eylülünde yaşandığı gibi... Kıyamet böyle birşeydir, kavramlar üzerinden gerçekleşir , genelgeçer konular üzerinde pekişir . yoksa sizi hiç olmadığınız gibi yok edecek bir güç , algımızın ve irademizin sadece saniyeler içinde yokolmasına sebep olacak olaya kıyamet değil hiçlik denir ve hiçliği anlatamayacağımız gibi filmede çekemeyiz sayın senaristler